Avrupa’da olsak korsan olmak harikulade bir şey olurdu. Özellikle İsveç gibi, Almanya gibi ununu elemiş, eleğini asmış ülkelerde. Yani gözaltında kayıpların olmadığı, günde ortalama bir kadının yaşamına girmiş erkeğin erkekliğine doyması pahasına öldürülmediği, ayakkabı kutularında ayakkabı hadi olmadı en fazla kullanılmayan ıvır zıvırın saklandığı, insan hak ve hürriyetlerinin paşa babaların canını sıkmamak için günden güne daraltılmadığı ülkelerde yani. Maalesef hepimiz biliyoruz ki Türkiye öyle bir ülke değil. O yüzden burada korsanlık filan da sudan meşgaleler… mi acaba?
Korsanlığın hangi tarafını tuttuğunuzla da alakalı olarak değişebilecek bir soru gibi görünüyor ama öyle bile değil. Korsanlık da Türkiye’de az çok karşılık bulabilmiş tüm toplumsal itirazlar gibi sudan meşgale değil, olamıyor ve korkarım içine hapsolduğumuz ortaçağ karanlığı da olamayacağının işareti. Peki neden?
Temel olarak korsan düşünce telif ve patent hakkına karşıdır. Çok basitçe anlatırsak, tarihsel adaletsizlikten başlayabiliriz. İncil’i yazan kimselere telif ödendiğini sanmıyorum. Keza yakın zamana kadar ateş pahasına satılan dünya klasiklerinin çoğu yazarı oldukça sefil birer yaşam sürdüler. Şimdi artık et de yiyebilen Elif Şafak hanıma telif ödeniyor olması niteliksel değil tezgahsal bir mantığın sonucu o halde. Yani telif yaratıcılığın değil, Pazar ilişkilerinin bir sonucu.
Ancak acıklı olan şey şu ki, bu Pazar ilişkilerinde dahi içeriği (çok kaba geldiyse siz sanat eseri deyiverin)üretenin hala pastadan aslında oldukça komik bir dilim alıyor oluşu. Entelektüel üretimi yapana ek olarak matbaa, baskıcı, dizgici, ses mühendisi, fotoğrafçı ve bir sürü tali görünen iş erbabı kültürel üretimde aslan payını alamıyor. Yayımcı kuruluş (ki genelde iktidarla arası iyi olan bir “alo bilmemkim”e tekabül eder) biz naif tüketicinin “emeğin karşılığı” diyerek ödediğimiz ücretin aslan payına çörekleniyor. Siz hiç tek kitabın baskısıyla birikim yapabilen genç yazar gördünüz mü?
Diğer yandan konu sadece telif değil, patent de oldukça sıkıntılı bir konu. İlaç ve gıda endüstrisindeki patent mafyalığını işin içinden çıkarsak dünyanın karnı tok, sırtı pek, ciğeri sağlam olabilirdi. Ama pardon, o senaryoda bir ayağı savaş endüstrisi içinde olan ilaç şirketleri borsada fink atamıyor, o yüzden o senaryoyu boş verin. Pardon ama hanımlar beyler, biz bu endüstriyi nineniz ektiği domatesten seneye de fide yetiştirip verim alabilsin diye ortaya çıkarmadık!
Şu ana kadar tali görünen “internetten tık diye indirme” meselesi farkındaysanız bir üretim ilişkileri meselesine dönüştü. Demek ki o kadar da Batı Avrupa’nın sadece oyun indirme derdinde olan çocuklarının işi değilmiş bu korsanlık meselesi sanki?
Diğer yandan her ne kadar ununu elemiş eleğini asmış ülkeler listesinde sıralasak dahi Almanya gibi ülkelerde korsanların bilgi gizliliği, iletişim güvenliği, haber alma hakkı ve tabii ki en önemlisi ifade hürriyeti gibi odak noktaları da var. İstihbarat servislerinin birbirini kapı arasından dinlercesine rahatlıkla dinlediği bu dönemde olması da kaçınılmaz, ancak bu tartışmalar daha eski.
Özellikle 2005 yılında” Yunanlar nasıl olur da Paint’te Atamızın yanaklarına pembe daireler çizip onu eşcinsel ilan ederek bir video paylaşırlar, derhal YouTube server’larını yakın” temalı vaveyla ülkemizde koptuğundan beridir internet Türkiye’nin kanayan yarası. Birinin yanaklarına Paint’te pembe daireler çizerek onu eşcinsel ilan etmenin ve bu sözüm ona saldırıya alınıp iletişim kanallarından birini ülke genelinde yasaklamanın ardındaki ergen psikozu Yankı Yazgan gibi âlimlerin konusu. Ancak bir idari işlemle iletişim kanallarından birinin ülke genelinde yasaklanması yani ifade hürriyetinin ve içeriğe ulaşma hakkının ülke genelinde sakatlanması ülkenin geneli olarak o tarihten beri hepimizin problemi. Ancak yanlışlık da olmasın, bu karar internete ilişkin bir yasaya istinaden de alınmamıştı, Atatürk’e karşı işlenen suçlar kategorisindeydi ve Atamıza uzanan kablolar kesildi.
Devamı 5651 sayılı yasayla da fitil fitil burnumuzdan getirildi. Demek yetişkin bir insan olarak porno izliyorsun? Al sana 60 bin civarı yasaklı site. Demek evrim teorisi hakkında bilgi edinmek istiyorsun? İnternetteki siteler yasaklı, Harun Yahya kitaplarında evrim teorisinin nasıl şeytanca bir fikir olduğu yazılı, neyine yetmiyor? Demek bir takım muhalif faaliyetler içindesin? O sitelerin hiç biri .tr uzantılı alan adı kullanamıyor, .de, .se filan verelim. Zaten server’ları da yurtdışında çoğunun çünkü kökleri dışarıda. Hayır Türkiye’deki bir hosting şirketinden hizmet alsalar şirketi milyonlarca lira vergiyle tehdit edip kimlik bilgilerine ulaşacak olmamızla, sonra da onları terörle mücadele kanunu çerçevesinde yargılayıp paylaştıkları on makale, üç molotoflu resimle devletin ve milletin bölünmez bütünlüğüne muhalefet edeceklerine kani olup onlarca yıl cezaevlerinde tutacak olmamızla ilgisi yok konunun. Çünkü dedik ya, kökleri dışarıda.
Biz bunları yabancı arkadaşlarımızla paylaşırken (çünkü biliyorsunuz kökümüz dışarıda, hatta bu kökü dışarıdalık o kadar aleni ve enternasyonel ki PPI -Pirate Parties International- adında bir uluslararası ağın kayıtlı üyesiyiz) ar ediyorduk böylesine bir panoptikon meraklısı ülkede yaşıyor olmaktan. Meğer iyi günlerimizmiş. Şimdi “sokağa çağıran ya mezara ya hapse çağırır” buyrulmuş. Oh be buram buram demokrasi kokuyor!
Yalan yok, ilk defa iktidar anlatmak istediklerimi tek cümlede özetledi. Yıllardır insanlara sosyal medya profillerinde isim ve fotoğraflarını ifşa etmemeleri gerektiğini, çünkü öyle affedersiniz demokrat, hakka hukuka saygılı bir ülke olmadığımızı filan anlatmaya çalışıyordum. Allahtan TeCe delikanlı çıktı da konuyu özetledi. Temel hak ve hürriyetlerinizin nihai adresi ya mezar ya kodes arkadaşlar. Ya yıkayıp pamuğu tıkacaklar ya da direkt hücreye tıkacaklar. Ben net pazarlıkları severim, güzel olmuş.
Burada benim uzun uzun bir zamandır anlatmaya çalıştığım şey, dijital hak ve özgürlüklerin bir şeyler indirmekten ya da içeriğe erişmekten fazlasına tekabül ettiği ve artık dijital bir güvenlik sorunu olduğuydu. Sadece bilgi gizliliği bağlamında değil, gerçekten kaya kadar somut bir güvenlik meselesi bahsettiğim. Gezi zamanından hatırlayanlar çıkacaktır, “Şu adreste oturuyorum, sığınmacı kabul ediyorum.” “Şu numaradan bana ulaşırsanız sizi güvenli bir yerde saklayabilirim” twitleriyle gözaltına alınan kaç kişi oldu? Sayısı bilinmiyor, dahası, bu gözaltıların bir kısmı aslında gözaltı bile değil, polisin kamu görevlisi sıfatıyla ve kamu gücünü kullanarak işlediği adi bir suç olan ve cezai yargılama gerektiren hürriyeti tehdit, zorla alıkoyma suçu niteliğinde. Çünkü bu “gözaltılar”ın bir kısmı için hukuki işlem yapılmadı. Al sana internet eliyle işlenen suç devlet baba, ilgini “hot teen” kategorisi kadar çekmiyor mu?
Nüfus kütüklerinden, resmi dairelerden kimlik bilgilerimiz dolandırıcılara sızdırılıyor, dört haneli bir numaradan cep telefonuma hakkında süren adli kovuşturma var mı öğren bu arada şu markada indirim var diye mesajlar geliyor, Telekom şirketi telefon numaramı üçüncü sınıf bir otelin pazarlama servisine beni darlasınlar diye satıyor ama bunlar devlet babayı evrim teorisi üzerine yazılmış üç tane makale kadar ilgilendirmiyor.
Sen şurada eylem var, sokağa çıkın yazdığında büyük suç oluyor, ancak gittiğim hastanenin iradem dışında tıbbi kayıtlarımı araştırma konusu yapması, hatta belki benimle aynı hastalıktan muzdarip 50 hastanın daha kan değerleri istatistiklerini bir doktora öğrencisine satması senin paylaştığın yüzü maskeli fotoğrafın kadar tehlikeli gelmiyor devlet denen babaya.
Evet şu koca yazıda kimsenin bilmediği, ufuk açan tek kelime edilmedi olasılıkla. Problem de burada zaten. Tali görünen bir “film indirme” meselesinin devlet elinde nerelere geliyor olabileceğinin olabildiğince toparlanmış bir özeti bu.
Atamızın yanaklarına çizilmiş paint-terk pembiş dairelerden mezara ya da kodese uzanan yol…
Vatandaşı olmasan iyi ülke aslında.