5651 SAYILI İNTERNET ORTAMINDA YAPILAN YAYINLARIN DÜZENLENMESİ VE BU YAYINLAR YOLUYLA İŞLENEN SUÇLARLA MÜCADELE EDİLMESİ HAKKINDA KANUN (İNTERNET SANSÜR YASASI) İLE İLGİLİ MEVCUT HÜKÜMETE SON UYARI ve KAMUOYUNA AÇIK ÇAĞRIDIR,
Korsan Parti Web Sitesi bu görüşmeler ülkemizde İnternet’e dair ne zaman bir mevzuat çalışması yapılsa, mevcutta sahip olduğumuz hak ve özgürlüklerimiz tırpanlandığı gibi gözetleme, kaydetme ve sansürleme faaliyetleri de aynı oranda artmaktadır. Bu bildirinin yer aldığı siteler/sayfalar/uygulamalar dahil tüm İnternet içeriğini ilgilendiren bu tür yasalar yapılırken “gazlarının alınması” için dahi bu alanda uzun yıllardır çalışan ve uluslararası alanda bu konunun uzmanı kabul edilen uygulamacılara ve akademisyenlere danışılmaması nedeniyle yasa koyucuya genel bir güvensizlik de olsa, İnternet özgürlüğü için emek veren hukukçuların, aktivistlerin ve STK temsilcilerinin bir çok üst düzey hükümet yetkilisi ile yaptıkları görüşmelerde İnternetin özgürlüğü ve sansürden arındırılması için destek istendi, kampanyalar yürütüldü ve hatta sokaklara çıkıldı. Tüm bunlara rağmen, İnternet’te sansür biteceğine ya da hiç değilse azalacağına, sansürün kapsamı gittikçe genişletiliyor.
AKP’nin ve egemen güçler olarak ifade edebileceğimiz ilgili partinin dirsek temasını hiç bir zaman kesmeyeceği odakların karşılıklı çıkarlarının İnternet sansüründe birleşmesi neticesinde, İnternet sitelerinin “erişime engellenmesine / sansürüne” yönelik olarak 5651 Sayılı Kanun’da genişletme ve süreci hızlandırma amacıyla yeni düzenlemeler peşinde olduğunu gördüğümüz ve buna karşı çıkmak ve bu yasayı ve de yasaya yapılacak tüm değişiklikleri de yasanın kendisi gibi asla tanımadığımızı ve geçerli saymadığımızı bildirmek amacıyla bu bildiriyi hazırlamaya karar verdik.
Hal böyleyken, sadece erişimin engellenmesi, içerik kaldırılması ve uyarı yolları konusunda kimselere danışmadan ve hatta İnternet Geliştirme Kurulu’nun dahi bugüne kadar kendisinin ortaya koyduğu tasarıyı ve akademisyenlerden, İnternet uzmanlarından kısacası kamu oyundan uzun süre boyunca topladığı 5651 Sayılı Kanun’a ilişkin değişiklik görüşlerini ve bu görüşleri eleştiren yazılmış akademik tezleri de hiç bir şekilde dikkate almaksızın, 5651 Sayılı Kanun’da alelacele bir güncelleme yapılarak Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne sunulması pek çok kişi tarafından son dönemlerde yaşanan yolsuzluk belgesi, videosu, kaset vs. gibi hükümetin ve dirsek temasında bulunduğu çevrelerin “tehdit” olarak algıladığı, esasen şeffaflık ve halkın bilgi alma özgürlüğünün temel taşları olan hususlara bağlanmaktadır.
AKP MKYK Üyesi ve Ar-Ge Başkan Yardımcısı olan ve aynı zamanda da Şanlıurfa Milletvekili Zeynep Karahan Uslu, yeni yapılacak kanun düzenlemesinin bilgisini kişisel @zkarahanuslu şeklindeki Twitter hesabından duyururken şu ifadeleri kullanmıştı:
“5651 Sayılı Kanun’nda değişiklik teklifimiz toplumsal ihtiyaçlar & özgürlükler dengesi hassasiyetle GÖZETİLEREK hazırlandı”
Burada AKP’den son dönemde defalarca gördüğümüz şekilde bir uygulamayla karşı karşıyayız: kimseye sormadan, karşıt fikirlilere danışmadan ve toplumsal mutabakat olan Anayasa’yı, imzalamış olduğumuz Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS)’ni ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarını göz önüne almadan, yine “yangından mal kaçırır” gibi bir yasa değişikliği gündeme getirilerek bazı maşalarla düzenleme yapılmaya çalışılmakta. Son dönemde hükümetin de içinde bulunduğu yolsuzluk vb. skandallar sayesinde de halkın en önemli bilgi alma ve farkındalık kaynağı haline gelmiş olan kurumlardan sızdırılmış belgeler ve de herhalde yaklaşan seçimlerle birlikte gelen kaset vb. yayınlama tehditleri de bu sansürü genişletme faaliyetlerine hız verdi gibi gözüküyor.
‘Berbaddd teknolojiler’ ve diğer korkunç şeyler..
Kanundaki erişim engelleme nedenlerine nefret söyleminin de eklenmesi, katılma zorunluluğu bulunan bir erişim sağlayıcılar birliği kurulması ve sansürün bu birlik eliyle yürütülmesi, hakimlerin yirmi dört saat içerisinde sansür hakkında karar vermesi, yurt içindeki yer sağlayıcıların içeriği çıkarması; yer sağlayıcının yurt dışında olması ve içeriği çıkarmaması durumunda ise bu içeriğe yurt içinden erişimin engellemesi gibi şu an var olan sansürü daha da ileri boyutlara getirecek olan pek çok detay nokta bu değişiklik tasarısında yer aldı.
Yeni medyanın gücü ve Gezi olaylarında da tüm toplumun artık hissettiği etkisi sayesinde halkın haber alma alışkanlıkları artık değişti. İnternet toplumun temel haber alma, gerçeklere ulaşma ve fikirlerini açıklama platformu olarak diğer her tür medyanın önünde. Artık bir çok önemli belge, “kaset”, devlet sırrı telakki edilen yazışmalar ve halkı doğrudan ilgilendirmesine rağmen asla halka açıklanmayan her türden bilgi ve içerik kendine İnternet sayfalarında yer buluyor. Başta popülerlikleri sayesinde çok fazla kullanıcısı olan Facebook ve Twitter gibi sosyal paylaşım sitelerine ekleniyor. Burada yüz binlerce kişinin paylaştığı içeriklere tek tek erişim engelleme mümkün olmayacağından belki de bu türden Türkiye dışında olan sitelerin “gerekli durumlarda” tamamen erişime kapatılabileceği yani sansürlenebileceği de anlaşılıyor. Başbakan herhalde yine Twitter kapatılınca “Ben giriyorum siz de girin.” diyecek Youtube 2 yıl sansürlendiğinde söylediği gibi. Ama Facebook için “Bunlar berbaddddd teknolojiler, çirkiin” ve “Sosyal medya toplumların baş belasıdır.” dediğini de unutmayalım.
Hükümetin iddiasına göre temel amacı çocuk pornografisi ve istismarı ile mücadele olan 5651 Sayılı Kanun zamanın meclis artimetiğinde Atatürk’e hakaret suçunun da eklenmesinin kabulü ile ana muhalefet partisinden de destek görmüş ve 2007 yılında yasalaşmıştı.
Yasanın ilk çıkarıldığı dönemde de aklı başında pek çok yazar ve akademisyen bunun adım adım gelecek bir sansürün kılıfı olduğunu dünyadan örneklerle delillendirerek savunmuştu ve haksız da çıkmamışlardı. Bununla birlikte hep söylediğimiz gibi yasa yapım sürecinin halkın katılımına açılmadığı ve yasa yapıldıktan sonra bile halkın eleştirisine kapalı tutulduğu, hatta yasa yapım sürecinin gizli kapaklı, halktan uzak, kimselere danışılmadan “bir takım” güç odaklarının baskı ve siparişi üzerine yapıldığı da TBMM’nin standart çalışma şekli haline getirildiği bir dönem yaşıyoruz.
17 Aralık 2013 tarihli Hükümette ve AKP çevrelerinde yolsuzluk ve rüşvet skandalı ve devamında gelen operasyonlar ve sonrasında yaşananlara bakınca İnternet sansürünü artıran ve hızlandıran bu teklifin, AKP Milletvekili Zeynep Hanım tarafından 18 Aralık’ta Twitter hesabından duyurulmuş olması da oldukça manidar. Bugüne kadar da kendisine bu duyurusunun ardından yazılanlara ise hiç cevap vermemiş durumda: https://twitter.com/zkarahanuslu/status/413423658326315008
Var olan İnternet sansürünü az ve yavaş bulan vekillerin hazırladığı anlaşılan düzenlemenin gerekçesi de bu tür sansür yasalarının artık tüm dünyada telif koruması ve terörizmle birlikte üç temel gerekçesinde biri olan ‘Aile, çocuk ve gençlerin korunması; elektronik istismarın engellenmesi’ olarak gösterilmiş teklif metninde. Vekiller gerekçelerinde:
”Bilindiği üzere medya, neyin dikkate değer olduğunu ve toplumun neleri görmesi ve duyması gerektiğini belirleyerek önemli bir işlev üstlenmektedir. İnternet günümüz medyasında en yaygın kullanılan araç olarak öne çıkmaktadır.” diyerek aslında kendi esas amaçlarının da İnternet medyasını tahakküm altına almak ve kitleleri yönlendirmek olduğunun da bir şekilde açık etmiş durumdalar.
5651 Sayılı Kanun’da yapılacak değişiklikler neler getiriyor?
5651 Sayılı Kanun’daki İnternet sansür mekanizmasını hızlandırmak, genişletmek ve ağırlaştırmak amacını taşıyan ve uzun adı “İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi” olan ilgili taslak geçicilerle birlikte toplam 12 madden oluşuyor. Ama bu 12 madde zaten hali hazırda Türkiye’de İnternet sansürü anlamında ciddi derecede insan hakkı ve basın özgürlüğü ihlaline de yol açan 5651 Sayılı Kanunu bu anlamlarda iyileştirmek şöyle dursun kanunun sansürleme konusunda yaşadığı bir takım eksikleri gidermek derdine hizmet ediyor ve bu tasarı yasalaşırsa aşağıda detaylarını tek tek vereceğimiz tüm bu maddelerin hepimizin hayatını nasıl da çekilmez bir hale getireceği kesin ve açıkça bir diktatörlük tarafından yönetildiğimizin yeni bir göstergesi olarak hayatlarımızı karartacağı da şimdiden aşikar.
Tasarı, hali hazırdaki kanunun erişim engelleme yani site sansürleme yöntemine DNS değiştirerek girmeyi engelleyecek şekilde olmak üzere IP tabanlı kısıtlama ve tüm sitenin değil ve fakat sadece “sakıncalı” içeriğin erişime engellenmesini yani sansürlenmesini sağlayacak URL adresi tabanlı engelleme getiriyor.
Öyle ki bu türden IP tabanlı erişim engellemeler nedeniyle bir dönem Google şirketinin aslen engellenmemesi gereken yani hakkında karar olamayan hemen bütün sayfalarının/uygulamalarının/sitelerinin Türkiye’den erişilemez olmasına yol açan bir uygulamayı da yaşamıştık. Çünkü IP numaraları bir şirkete ait pek çok hizmet için değişik zamanlarda kullanılabilmekte ve bir İnternet sitesi sansürlenmeye çalışıldığında eğer bu IP numarası üzerinden yapılırsa o sansürün boyutu sansürcünün bile düşündüğünden/amaçladığından çok daha geniş noktalara gidebilmektedir.
URL yani adres tabanlı engelleme de ise tezlere de konu olduğu gibi bu gibi tüm içeriği gözetleme/kaydetme/filtreleme gibi bir süreç gerektiren engelleme yöntemlerinin Türkiye İnternet trafiğini aşırı derecede yavaşlatacağı ve hatta bu yavaşlamayı ve bu tür bir kişisel veri gizliliği ihlali sonucunu TİB’in dahi talep etmediği pek çok kez kurum içinden dahi dile getirilmiştir.
Ne siteler gördüm zaten yoktular…
Tasarının bırakın bizim gibi “gazı alınacakları”, İnternet Geliştirme Kurulu’na (İGK) ve hatta Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı (TİB)’na bile sorulmaksızın hazırlandığını işte tam da bu nedenle düşünüyoruz. Çünkü ya TİB bu görüşlerini değiştirdi ve/veya İGK kenedi yayınlamış ve üzerine görüş toplamış olduğu 5651 Sayılı Kanun değişikliği metninden vazgeçti çünkü o metinde bu yeni taslaktaki hususlar yer almıyordu. Ya da şu anda İGK, kanunda ki görevlerinden biri olan İnternette “Türk kültürünü, dilini, tarihini” geliştimekle uğraşıyor.
Tasarıdaki bir diğer yenilik ise; Türkiye’de barındırılan sitelerden uyarı alan “hukuka aykırı” içeriğin Türkiye’deki yer sağlayıcılarca çıkarılması ve de içeriği yerli olsun yabancı olsun yurtdışında barındırılan sitelerin ise içeriği çıkartılamasa bile ilgili sayfalara Türkiye’den erişimin engellemesi. Yani yine deve kuşu oluyoruz ve başımızı yine kuma gömüyoruz. “Siteyi biz Türkiye’de görmüyorsak o site zaten yok ki” ya da “ne siteler gördüm zaten yoktular” şeklinde şiirsel bir yaklaşıma bizi gark eden zihniyetle karşı karşıyayız.
Tasarıdaki en derin hatalardan biri de “Halkın bir kesimini sosyal sınıf, ırk, din, mezhep, cinsiyet ve bölge ayrımına dayanarak aşağılama” suçunun da artık site sansürleme nedenleri arasına alınmış olması. Türkiye’de son derece muğlak ve yoruma açık olan bu TCK maddesinin aslen sürekli olarak İslam, Müslümanlık, Türklük, Sünnilik vb. “temel” değerleri “aşağılamak” yönünden işletildiği ve Fazıl Say, Sevan Nişanyan gibi pek çok aydının dahi bundan dolayı hapis cezası aldığı yenidonem.com gibi sitelerin kapatıldığı bir ülkede hangi sitelerin şimdiden bu son derece “insani” gözüken maddeye dayanılarak kapatılabileceğini size sıralayabiliriz.
Tüm muhalif fikirlere ait siteler bu kapsamda değerlendirilecek ve bir bir kapatılacak ama hiçbir savcı “öteki” kavramının içerisinde olan yani “temel değer” kabul etmediği değerlerin “aşağılanmasını” suç kabul etmeyecektir. Türkiye’de hep olduğu gibi işin uygulamada bittiği bir ortam olduğunu gözden kaçırarak “samimi” duygularla nefret suçu dediğimiz aslen dünyada da kabul görmesi gereken ötekinin daha da ötekileştirmesini engelleme amacı taşıyan bu maddenin İnternet sansürüne dayanak yapılması, Türkiye’deki kamplaşmayı da artık onarılamaz hale getirilebilir. Ötekileştirilenlerin en önemli ifade özgürlüğü mecrası olan İnternetin de ellerinden alındığında neler yapmasını bekliyoruz?
Mevcut yasaya göre İnternet’teki bir içeriğin yayından çıkarılması için önce içerik ve yer sağlayıcılarına başvurma şartı aranırken, yapılacak değişiklikle içeriğin çıkarılması için doğrudan mahkemelere başvuru hakkı tanınıyor. Öte yandan doğrudan mahkemeye başvuran kişi içeriğin çıkarılması talebinin yanı sıra söz konusu İnternet içeriğine erişimin engellenmesini de talep edebilecek.
5651 Sayılı Kanun’un 9. maddesindeki “uyar-kaldır” usulü de tamamen değiştiriliyor. Buna göre, içerik nedeniyle haklarının ihlal edildiğini iddia eden kişi
(i) içerik sağlayıcısına, buna ulaşamaması halinde yer sağlayıcısına başvurararak içeriğin yayından çıkarılmasını isteyebileceği gibi
(ii) doğrudan doğruya sulh ceza hakimine başvurarak içeriğe erişimin engellenmesini ve/veya içeriğin yayından çıkarılmasını da isteyebiliyor artık.
En nihayetinde uyarılmadan kaldırmak insan doğasına bile aykırı öyle değil mi?
Jet Fadıl hızında adalet…
İnternet’teki “hak ihlallerine” yönelik başvuruların hakimler tarafından ise 24 saat içinde karara bağlanması yeni değişiklikle zorunlu hale getirildi. Yani jet hızıyla “adalet” söz konusu. Tüm hakimlerimizin İnternet’in ne olduğunu, erişim engelleme sonuçlarını vb. çok iyi bildiğinden ve 24 saat içinde son derece “adaletli” kararlar verebileceklerine inancımız tam! Bununla birlikte bu türden hakim kararlarını uygulamayan kişilere de 500 ile 1000 gün arası adli para cezası uygulanacağını hatırlatalım da tam olsun. Yani Digiturk vb. kurumların Türkiye’nin en “ücra” köşelerinden siparişle aldıkları “erişim engelleme” kararları artık 24 saatte neredeyse noter gibi sadece onaylanmak suretiyle verilecek ve uymayan da para cezası ödeyecek. Çok güzel hareketler bunlar!
Bu konularda ki izleme, filtreleme, engelleme, uygulama, denetleme vb. yetkisi de İnternet Geliştirme Kurulu‘na bırakılmış. Kurulun bu National Security Agency (NSA) benzeri görevleri de yine kendisine kanunla verilmiş olan Türk kültürünü, tarihini, dilini İnternet’te ilerletmek vazifesinin yanına çok yakışacaktır.
Şu an itibarı ile 5651 Sayılı Kanun’’un 5/2 maddesinde; yer sağlayıcıların yer sağladığı hukuka aykırı içerikten haberdar edilmesi halinde ve teknik olarak imkân bulunduğu ölçüde hukuka aykırı içeriği yayından kaldırmakla yükümlü olduğu düzenlenmişken yeni tasarı ile altı çizili ve italik kısım olan “teknik olarak imkan bulunduğu ölçüde” ibaresi çıkarılmış ve yer sağlayıcılara bu yönde mutlak bir zorunluluk getirilmiş olmaktadır. Önerilen teklifteki bu değişiklik şu kapıya çıkıyor: Teknik imkanın olsa da olmasa da içeriği yayından çıkaracaksın…
Şu an yürürlükte bulunan mevzuat yer sağlayıcıların trafik bilgilerini (IP log kayıtlarını) 6 ay ila 2 yıl arası saklaması öngörülmüşken yeni değişiklik metinde ise 6 ay ibaresi 1 yıla çıkarılmış durumdadır.
Yer sağlayıcıların yeni çıkarılacak bir yönetmelikle belirlenecek usul ve esaslar çerçevesinde yaptıkları işin niteliğine göre sınıflandırılarak yükümlülüklerin farklılaştırılabirileceğine dair bir madde de mevcuttur ki; yer sağlayıcıların yükümlülüklerinin ve hatta sınıflandırmalarının (?) kanunla değil de yönetmelikle yapılacağının sinyalleri verilmiş durumda. Anlaşılan yer sağlayıcıları çok çok zor dönemler bekliyor ülkemizde.
Öyle ki yeni metinde yer sağlayıcılık bildiriminde bulunmayan veya Kanundaki yükümlülüklerini yerine getirmeyen yer sağlayıcı hakkında ikibin-elli bin Türk Lirası arasında idari para cezası öngörülmekte. Şu an yürürlükteki mevzuata göre bildirimde bulunmamanın cezası ikibin – onbin arası Türk Lirası idari para cezası ve italik-altı çizili yazılan tüm kanunu kapsayan bir yaptırım ise şu anki mevzuatta mevcut değil.
Yer sağlayıcıların bunların hepsinin dışında aile ve çocukların korunması ve suçun engellenmesii yönlerinden yaptırım beklemeden önlem alması da değişiklik maddelerinde yer alıyor. Yani kanun koyucu İnternetin bel kemiği olan yer sağlayıcı şirketleri doğrudan bir otosansüre sürükleyecek yolu bilerek ve isteyerek açmış oluyor.
Değişiklik tasarısında tanımlar bölümünde “Erişimin engellenmesi yöntemi” de tanımlanmış ve ‘alan adından erişimin engellenmesi, IP adresinden erişimin engellenmesi, içeriğe URL erişiminin engellenmesi ve benzeri yöntemler” diye ifade edilmiş durumdadır. Buradaki ‘benzeri yöntemler’ ifadesinin de son derece muğlak, soyut ve kanun yapım tekniğine uygun olmayan bir tanım olduğu ve de böylece belirli olmayan yöntemlerle dahi sansür yapılabileceğini ortaya koyduğu gözükmektedir.
Erişim Sağlayıcıları Birliği yeni Saadet Zinciri mi?
Değişiklik tasarısında bir diğer son derece sakıncalı husus ise; oluşturulacak Erişim Sağlayıcıları Birliği’ne üye olmayan İnternet servis sağlayıcılarının faaliyette bulunamayacak olmasıdır. Öyle ki erişimin engellenmesi kararlarının uygulanmasını sağlamak üzere Erişim Sağlayıcıları Birliği’nin kurulması ve bu birliğin tüzüğünü devlet onayından geçmesi kararlaştırılmıştır. Birlik, yetkilendirilen tüm İnternet servis sağlayıcıları ile İnternet erişim hizmeti veren diğer işletmecilerin katılmasıyla oluşan ve koordinasyonu sağlayacak bir yapı olarak öngörülmüş olup erişimin engellenmesi kararlarının gereği için Birliğe gönderileceği ve bu kapsamda Birliğe yapılan tebligat erişim sağlayıcılara yapılmış sayılacağı tasarıda yer almıştır. Birliğe katılımın zorunlu olması, tüzüğün devlet onayı gerektirmesi, katılmayanlara ceza ve faaliyet durdurma yaptırımı getiriliyor olması da yine siyasi otoritenin sansürü sürdürme ve tek elden hızlı ve etkin bir şekilde sürdürme konusunda ne kadar da inatçı ve kendinden emin olduğunu göstermektedir.
Erişim Sağlayıcıları Birliği öyle bir birlik ki “sözü İnternet dünyasında geçen ağır abiler”den oluşacak. Örneğin, bu birliğin yapısı ve yetkilerinin hüküm altına alındığı 6/A maddesine baktığımızda öncelikle haraç kesermiş gibi tüm İnternet servis sağlayıcılarının bu birliğe üye olması şart koşulmuş aksi halde faaliyette bulunamayacakları belirtilmiş, birliğe üye olmayanların bir manada afaroz edilmesi, hatta bununla da yetinilmeyip üye olmayan servis sağlayıcılar için para cezası öngörülmüş.(Geçici Madde 3 /4) Aynı zamanda 6/A/5 ‘te belirtildiği üzere erişim engelleme kararlarının “gereği”(?!) için Birliğe göndileceği belirtiliyor. Birliğe yapılacak olan tebligatlar erişim sağlayıcılara yapılmış sayılacak. Geçici Madde 3 eklenerek Birliğin nasıl faaliyete geçeceği belirlenmiş. Anılan maddenin ikinci fıkrasına göre “Birlik mevcut İnternet servis sağlayıcıları ile erişim hizmeti veren işletmecilerin en az dörtte birinin katılımıyla imzalanan Birlik tüzüğünün Kurum tarafından incelenerek uygun bulunmasını müteakip faaliyete başlar.” Bu nadide Birliğimizde hangi servis veya erişim sağlayıcılarının söz sahibi olacağı ve hangilerinin kendi cumhuyetlerini kuracakları merak konusu.
Erişim sağlayıcıları Birliği’nin haftalık veya yıllık toplantılarında koca göbekleriyle lahmacun partileri yapıp Tarkan şarkılarında göbek atmalarına şahit olur muyuz? Ama en nihayetinde lahmacun soğanlı gider.
Mahkemelerin Birlik ile çokca defalar dirsek temasında bulunacağı m.9/3(a)-(c) de belirtilmiş.Yine aynı maddede “kolluk” ifadesi yer alırken, buradan da anlaşıldığı üzere sulh ceza hakimi, birlik ve kolluk kafasına estiği ve isteği ölçüde, derecede ve zamanda bu kararları vererek uygulayacak ve servis sağlayıcıların bu konuda hiçbir söz hakkı olmayacak.
Aslında demokratik toplumlarda tüm erişim sağlayıcıların bu yönde bir tasarıya tek ağızdan itiraz etmesi ve asla bunu kabullenmeyeceklerini güçlü bir biçimde dillendirmeleri beklenir ama ülkemizde bir tane bile erişim sağlayıcı buna ses çıkarmamış ve bu da aslında erişim sağlayıcıların faaliyetlerinin durdurulması noktasında ne kadar da savunmasız ve bastırılmış şekilde idarenin boyunduruğu altında anti-demokratik bir şekilde yönlendirildiklerinin bir göstergesidir. Ayrıca bu birliğin masraflarının da ilgili firma gelirlerinin bilmemkaçta biri ile sağlanması yasalaşıyor ki bu da bizlere yani İnternet kullanıcılarına faturalarımızın artması anlamında yeni bir külfet olarak geri dönecek artık raporlara yansımış bir gerçek olan dünyanın en yavaş ve en pahalı İnternetlerinden birini kullandığımız şu ülkede.
Tasarıdaki bir diğer önemli nokta da ticari amaçla olup olmadığına bakılmaksızın bütün İnternet toplu kullanım sağlayıcıları, konusu suç oluşturan içeriklere erişimin engellenmesi ve kullanıma ilişkin erişim kayıtlarının tutulması hususlarında yönetmelikle belirlenen tedbirleri almasının (Burada kayıt (log) tutma süresinin dolmasıyla bu kayıtlara ne olacağı, bunların nasıl ve hangi standartlara göre imha edileceği konusu da halen meçhuldür) ve yine ticari amaçla toplu kullanım sağlayıcılara ailenin ve çocukların korunması, suçun önlenmesi ve suçluların tespiti kapsamında usul ve esasları yönetmelikte belirlenen tedbirleri alma zorunluluğunun getirilmesi ve bu yükümlülükleri ihlal eden ticari amaçla toplu kullanım sağlayıcılarına da uyarma, 3 bin TL ila 15 bin TL arasında idari para cezası verilmesi veya üç güne kadar ticari faaliyetlerini durdurma müeyyidelerinden birine karar vermeye mahalli mülki amirin yetkili kılınmış olmasıdır.
Tanımlar kısmında toplu kullanım sağlayıcılar; “kişilere belli bir yerde ve belli bir süre İnternet ortamı kullanım olanağı sağlayanlar” olarak ifade edilmiş bulunmaktadır. Yani İnternet toplu kullanım sağlayıcıları; kablosuz İnternet sahibi kafeler, üniversiteler, İnternet kafeler ve hatta belki de Gezi sürecinde çokça gördüğümüz ve bizim de desteklediğimiz şekilde kablosuz ağ isim ve şifrtelerini sosyal medya üzerinden paylaşıma açmak da kapsam dahilinde değerlendirilip yaptırımlar genişletilebilir.
Maddedeki terimler muğlak olmakla beraber “suçun önlenmesi ve tespiti” kısmının özellikle ve önemle vurgulanması gerekmektedir. Bahsi geçen tespitin nasıl yapılacağı ve yapılırken nasıl metodlar uygulanacağı belirsiz olmakla beraber önceden de bu konuda gördüğümüz pratiklere bakıldığında şeffaf olmayacağını tahmin etmek o kadar zor değildir. AB uyum yasalarının öngördüğü şeffaflığın sadece lafta kalacağı ve bu maddeden bir çok kişinin canının yanacağını tahmin etmek oldukça kolaydır. Sonuç olarak çıkarılması gereken şudur ki bi kafede kahvenizi yudumlarken girdiğimiz bir İnternet sitesi yüzünden hem bizim hem de o kafenin sorumluluğu doğacaktır. Herhangi bir suç işlenmese dahi “suçun önlenmesi” başlığı altında işlem yapılması kuvvetle muhtemeldir.
Hükümetin amacının tüm İnternet aktörlerini sıkı bir şekilde denetlemek ve sansür hatta kendisi için daha iyisi otosansür mekanizmasını en etkili biçimde yani ticari faaliyetten dahi men etme cezaları çerçevesinde tüm ülkede daim kılmak ve erişim sağlayıcı, yer sağlayıcı ve toplu kullanım sağlayıcı şirketlerin hakkında kanun, karar vb. olmasa dahi kendi algılarına göre soyut gerekçelerle İnternet üzerinde her tür “tedbiri” almasının hatta almak zorunda bırakılmasının ve bunun genel bir uygulamaya dönüştürülmesinin önü açılmış olmaktadır. Sansür kanunlarından daha da tehlikeli olanın sansürü topluma, şirketlere vb. kurumlara bırakan soyut ifadelerin yer aldığı otosansürün yerleşmesini amçlayan kanun ve uygulamalardır. Ülkemizde son dönemde insanların tüm şu kadar Twitter mesajını incelemeye aldık vb. ifadelerle korkutulması ve çoğu kişinin “başına bir şey gelmemesi” için Gezi sürecinde yazdıklarını silmesi bunun yaşanan örnekleridir.
Yine hukukumuza eklenen yeni bir diğer terminoloji 10. maddede yer alan “ bilişim şuuru” ibaresi. Belli ki bu zamana kadar hepimiz şuursuz bir şekilde dolaşmışız. Bir de İnternet’in güvenli kullanımı var ki bu konuda da bilgi sahibi değiliz. Sanırım yine şuur eksikliğinden kaynaklanıyor.
Teklifin 8. madddesinde belirtilen Kanun’un 10. maddesinin 5. fıkrasında yapılan değişiklik ise İnternet Geliştirme Kurulunca filitreleme, izleme ve (!fişleme!) yapılacağı. Önceden bu güzide kurumun adı İnternet Kurulu iken geliştirilmesine karar verilmiş ve İnternet Geliştirme Kurulu olmuş. (gelişme, geliştirme falan bunlar güzel şeyler!)
Gerekçeye baktığımızda “notice and take down”(uyar ve kaldır) yönteminin AB ve ABD hukukundan açıkça kopyala yapıştır mantığıyla alındığı ve yine bu hususunda ele, göze ve başka yerlere bulaştırılacağı şimdiden aşikar. AB hukuku düzleminde kopyala-yapıştır-uygula geleneğinden Elektronik Ticaret Direktifi (E-Commerce Directive) ve Bilgi Toplumu Direktifi (Information Society Directive) örnek alınmış durumda. Aynı zamanda anılan direktiflerde hiçbir adli para cezası veya hapis cezası öngörmemekte ve bu direktifleri iç hukuklarına uygulayacak olan AB üye devletlerinin de bilgi ve ifade özgürlüğüne uygun yaptırımlarda bulunması ve iç hukuklarının özgürlükler çereçvesinde şekillendirilmesi gerekliliği de bu mevzuatların lafzından anlaşılmaktadır.
Sonuç olarak şunu belirtmek gerekir ki: erişime engelleme kararları yerine İnternet demokrasisine uygun bir şekilde şeffaf bir uyar-kaldır mekanizmasının işletilmesi sağlanmalıdır.
Kanunda erişim engelleme kalacak ise yeterli şüphe kavramı yerine mutlaka kuvvetli şüphe kavramı ile birlikte bir süreçte tanımlanmalıdır. Aynı zamanda en azından erişime engellemenin, yalnızca hukuka aykırılığın başka tedbirlerle giderilemeyeceği durumlarda ve ölçülülük ilkesi çerçevesinde uygulanabileceği bir tedbir olarak düzenlenmesi sağlanmalıdır.
5651 Sayılı Kanun, çok müstehcen…
Ayrıca yer sağlayıcılara yönelik faaliyet belgesi alma zorunluluğu da tamamen mevzuattan çıkarılmalıdır. Türk Medeni Kanunu, Türk Ticaret Kanunu, 551 Sayılı ve 556 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnameler vb. mevzuatların katalog suçlara asla dahil edilmemesi gerekmektedir. Katalog suçlar başta müstehcenlik olmak üzere derhal kaldırılmalıdır.
Türkiye yasaklama yapan ülke olma görünümünden hızla uzaklaşmalıdır. Kanunda mutlaka katalog suç sayılmak isteniyorsa bunların içeriğinin de uluslararası hukukta ön görülen asgari noktalar baz alınarak çocuk pornografisi, şiddete çağrı, nefret söylemi, ve soykırımı teşvik halleri olması kabul edilebilir ve fakat bunların uygulamasının da demokratik toplumun gereklerine göre ve orantılılık, ölçülülük ilkeleri çerçevesinde, AİHS’e ve AİHM kararlarına uygun şekilde yapılması yine mevzuatta açıkça yazılmalıdır. İmzalamış bulunduğumuz Avrupa Komisyonu Siber Suç Sözleşmesi’de çocuk pornografisi ve fikri hakları İnternet’te uluslararası ihlal örneği olarak saymakta ve fakat erişimin engellenmesi yaptırımını öngörmemektedir.
Mahkeme ya da TİB kararlarıyla yapılan İnternet sitesi erişim engellemelerinin kalıcı bir çözüm getirmeyeceği artık herkesçe kabul edilmektedir. Engellenen siteler Youtube örneğinde olduğu gibi başbakan dahil herkesçe ziyaret edildiğinden ülkenin en çok ziyaret edilen siteleri sıralamasından inmemektedirler. 5651 Sayılı Kanun’un çıkmasından beri engellenmiş sitelerden hiç biri bugün için Türkiye’den tamamen ulaşılamaz değildir; dolayısıyla aslında bu siteler engellememiş, sadece kişilerin bunlara erişimi bir anlamda zorlaştırılmış olmuştur.
Erişime engellenmiş pek çok sitenin ülkemizde halen popüler kalıp, yüksek oranda ziyaret edilebilmesi de bize Türkiye’de yaşayan kişilerin çeşitli erişim engelleme yöntemlerini oldukça yaygın bir biçimde kullanıyor olduğunu gösterir ki esasen bu tür İnternet içeriğindeki sansürü aşmaya yarayan değişik teknik erişim engelleme aşma yazılım ve araçlarının kullanılması bilgisayar güvenliği açısından ciddi riskler oluşmasına neden olmaktadır.
Öyleyse İnternet düzenlemeleri yapılırken yetişkinlerin her türlü İnternet içeriğine erişim hakkına saygı duyan, İnternet’in teknik doğasına uygun ve şeffaf yöntemler ve uygulamalar tercih edilerek madde hükümleri bu anlayışla oluşturulmalı ve uygulanmalıdır. İnsanların bilgiye ulaşmaları anlamında hukuki yönden ve teknik olarak mümkün olan en az müdahale ilkesinin gözetildiği bir mevzuat herkes için hakların en az ihlal edildiği sonuçları doğuracaktır.
Erişim Sağlayıcılar Birliği gibi zorunlu sektörel birlikler kurdurtup köhnemiş sansür mekanizmalarını hortlatmaktan derhal vazgeçilmelidir. Öyle ki tarih bu tür adı “birlik” olan ama aslında egemenler tarafından kurulan uygulayıcı topluluklar ve güç odaklarıyla doludur, bunlar çıkarları için herşeyi yaparlar ve asla “devlet”in sözü dışında hareket etmezler. Örnek verecek olursak da 4 Mayıs 1557′de London Company of Stationers’a (Londra Kırtasiyeciler Topluluğu) ilk “tekel” hakkı verildi. İsmine de “copyright”yani telif hakkı denildi. Sansür aygıtı olarak oldukça başarılıydı. Konuşma özgürlüğünü bastırmak için endüstriyle işbirliği yapmak işe yaramıştı. Kırtasiyeciler özel bir sansür bürosu gibi çalışıyorlardı; lisanssız kitapları yakıyor, tekeli ihlal eden matbaaları ya haczediyor ya da yok ediyor, siyasi olarak “uygunsuz” kitapların gün ışığı görmesine engel oluyorlardı. Yalnızca şüpheli durumlarda kraliçenin diğer sansür aygıtlarına danışıyor, neye izin olduğunu ve neye olmadığını soruyorlardı. Çoğunlukla birkaç danışmadan sonra cevap kendini belli ediyordu. Basın özgürlüğü, ifade özgürlüğü vb. demokratik hakların kullanımı her zaman için “devlet”ler için can sıkıcı olmakta ve bu tür hak/özgürlük kullanma pratikleri mümkün olduğunca kısıtlanmaya çalışılmaktadır.
Öyle ki AİHS’nin 10. maddesi ve TC Anayasası’nın 26. maddesi ile ortaya normatif hükümlerle konulan basın hürriyetinin iki boyutlu bir özgürlük olduğu yaklaşımının yargı kararlarıyla da desteklendiği görülmektedir. AİHM’in pek çok kararında belirttiği gibi: “haber vermek kadar almak da bu özgürlüğün bir parçasıdır ve basının haber ve düşünceleri iletme görev ve hakkını kamunun haber alma hakkı ile bir bütündür.” Unutulmamalıdır ki yorum ve eleştiri de basın hürriyetinin ve onun da üzerinde demokrasinin varlığı için gerekli bir diğer serbestlik alanını oluşturmaktadır. İfade özgürlüğü hakkı sadece demokrasinin köşe taşı olmakla kalmayıp AİHS tarafından kutsanan pek çok hak ve özgürlüğün kullanılması açısından da bir ön gerekliliktir. Özellikle de 10. maddenin 2. paragrafını incelendiğimizde; ifade hürriyetinin sadece lehte, zararsız veya ilgilenmeye değmez görüneler için değil, aleyhte olan, şoke eden, rahatsız eden ‘bilgi’ ve ‘düşünceler’ için de uygulanacağı görülmektedir.
Ahmet Yıldırım 1 – Türkiye 0
Bu anlamda önemle üzerinde durmak gerekir ki AİHM, 18.12.2012 tarihinde Ahmet Yıldırım / Türkiye davasında çok önemli bir karara imza atmıştır. Bu kararın alınma sürecinde yaşananları kısaca aktarmak ve de Türkiye’nin kararlarının iç hukuk hükmünde olduğunu resmen kabul ettiği AİHM’in şu anki maddelerinin bile daha da genişletilmesi tehlikesiyle karşı karşıya olduğumuz 5651 Sayılı Kanun hakkında hangi kararı verdiğini görmek açısından son derece önem taşımaktadır.
Karardan önce dava ile ilgili raporlarda da açıkça belirtildiği yönde olmak üzere Türkiye pek çok kez Avrupa Birliği’nce eleştirilmesine neden olan İnternet sitesi erişim engelleme konusu nedeniyle AİHM tarafından bu davada tazminat ödemeye mahkûm edilmiş olmuştur. AİHM, Google Sites sisteminin tamamının bu sistem üzerindeki tek bir blog sayfasının erişime engellenmesine ilişkin yargı kararı nedeniyle kapatılmasına ilişkin olan davada ilgili Türkiye mahkemesi kararına konu blog sayfasının sahibi olan Ahmet Yıldırım’a Türkiye’nin 8.500 Euro tazminatı mahkeme masrafları da dahil olmak üzere ödemesine karar vermiştir.
“Kemalizmin Karın Ağrısı” başlıklı bir makaleye yer veren bir blog Denizli Asliye Ceza Mahkemesi tarafından ilgili makale içeriğinin 25/7/1951 tarihli ve 5816 sayılı Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlar Hakkında Kanun’u ihlal ettiğinden bahisle 23 Haziran 2009’da erişime kapatılması ve mahkeme kararının sadece tek bir bloga yönelik olmasına rağmen TİB, sitenin sahibinin yurtdışında yaşaması nedeniyle suça konu sitenin engellenebilmesi için ellerindeki tek teknik aracın bu olduğunu ifade ederek tüm Google Sites sitelerine erişimi engellemesi üzerine başvurucunun durumunu düzeltebilmek adına daha sonraki bütün girişimleri söz konusu mahkeme kararı nedeniyle başarısız olmuş ve hiç bir ilgisi bulunmayan bir ceza soruşturması nedeniyle kendi blogu da yasaklanmış olan Ahmet Yıldırım konuyu açtığı dava ile 12.01.2012’de AİHM’in gündemine getirmiştir.
AİHM davada şu başlıklar üzerinde özellikle durmuştur:
5651 Sayılı Kanun’un, yasama yetkisi olmayan ve sadece idari bir organ olan TİB’e belirli bir site ile ilgili olarak verilmiş engelleme kararlarının uygulanmasında çok geniş yetkiler tanımaktadır ki bu da AİHS’in ihlaline yol açmaktadır.
5651 Sayılı Kanun’un bir sitenin tümünün engellenmesinin hukuka uygun olup olmadığı ve de daha az kapsamlı bir tedbirin alınıp alınamayacağının araştırılması konusunda mahkemelere herhangi bir sorumluluk yüklememiş olmasının sözleşmenin ihaline yol açmıştır.
5651 Sayılı Kanun’un 8. maddesinin uygulanmasından kaynaklanan bu tür bir erişime engelleme şeklindeki temel haklara müdahale esasen Sözleşme’nin temel hususlarından “öngörülebilirlik” şartını karşılamaya uygun değildir.Dolayısıyla ilgili verilmiş bulunan tedbir kararının uygulanmasının etkileri keyfi kalmış ve son tahlilde de istismarları önlemek adına erişimin engellenmesi kararlarının yargısal denetimi de yetersiz olduğundan AİHS’in 10. maddesi ihlal edilmiş durumdadır.
Türkiye hükümetinin savunma yapmamayı tercih ettiği davanın sonucunda ise AİHM, İnternet suçlarıyla ilgili 5651 Sayılı Kanun’un 8. maddesinin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) ifade özgürlüğüyle ilgili 10. maddesiyle bağdaşmadığına karar vermiştir. AİHM’in Ahmet Yıldırım / Türkiye kararında vardığı iki temel husus şunlardır: Türkiye’de İnternet erişiminin engellenmesine ilişkin mevzuat ve yargı kararları hukuksuzdur ve yasaklamanın kapsamını düzenleyen katı bir hukuki çerçeve ve olası kötüye kullanımları önleyecek bir yargısal denetim güvencesi oluşturulmaksızın İnternet erişiminin kısıtlanması ifade özgürlüğünün ihlalini oluşturur.
AİHM, 5651 Sayılı Kanun’un sadece 8. maddesini değil ve fakat tamamını açıkça AİHS’e aykırı ilan edip ‘sansür yasası’ olarak nitelemiş olmasına rağmen bugün 5651 Sayılı Kanun’u AİHM kararlarını yok sayarak genişletmeye çalışan sansürcü zihniyet elbet aslında ne yaptığının çok da farkında olan bir anti demokratik güçler odağıdır.
Bir ülkenin ve halkın ilerlemesinin bilimsel çalışmalarla ve bilimsel çalışmaların da eğitim ve ifade özgürlüklerinin tam olarak kullanılmasıyla gereçekleşeceği unutulmamalıdır. İnternette sansürün artırılması basın özgürlüğünü kısıtladığı gibi bilimsel araştırma özgürlüğünü de baltalamaktadır. Bilimsel araştırmacılar, öğrenciler, akademisyenler ve her kesimden insan kendi ilgi alanlarındaki bulguları test etmek ve daha da geliştirmek amacıyla başkalarının incelemesine ve kullanmasına sunarlar. Buna araştırmacılıkta bilim etiği denir. Bununla birlikte, İnternet özgürlüğü ifade özgürlüğünün koruyucusudur. Ayrıca, İnternet özgürlüğü ile araştırma özgürlüğü girifttir. Çünkü, günümüzdeki en etkin araştırma metodu İnternette kaynak taraması, içeriklere rahat ve sansürsüz erişimden, test ve bulguların İnternet’te paylaşılmasından ve tartışılmasından geçer. İfade özgürlüğü olmazsa da araştırma özgürlüğü bundan olumsuz yönde etkilenir. Bilgi akışının, açık, şeffaf, sansürsüz ve herkesin erişimine izin vermediği durumlarda bilimin ilerlemesi söz konusu olamaz.
Tüm bu değerlendirmelerimiz göz önüne alınmaz, kanunda gerekli iyileştirmeler yapılmaz ve gündemdeki değişiklik tasarısı yasalaşırsa; ilgili 5651 Sayılı Kanun’u tanımadığımızı AİHM kararları, Anayasa uygulamamız ve evrensel hukuk kuralları ışığında ilan ediyor, Türkiye ve dünya kamuoyu ile mevcut Türkiye Cumhuriyeti hükümetini bu hususta uyarıyor ve bilgilendiriyoruz.
0 Comments